Wallerstein, Sol ve “Seçimlerde Ne Yapmalı”? Önce HDP, sonra İnce!

Çifte seçimin oy pusulaları

Sosyal bilimlerde “dünya sistemi analizi” yaklaşımının kurucusu Immanuel Wallerstein, 2001 yılında kaleme aldığı “Geçiş Çağı için bir Sol Politika” adlı yazıda kapitalizmi nihai varoluşsal krizine girmiş bir tarihsel sistem olarak tarifler ve tüm dünyaca kapitalizm sonrası sistem(ler)e geçiş çağı içinde olduğumuz tespitini yapar. Bu geçiş çağının kabaca yarım yüzyıl süreceğini, ve sürecin sonunda kapitalizmin yerini bir veya daha fazla, kapitalizmden daha iyi veya daha kötü olabilecek, ancak mutlaka kapitalizmden radikal şekilde farklı olacak sisteme bırakacağını öngörür.

Wallerstein, yazı boyunca sol için bu türden bir geçiş aşamasına yönelik yedi adet öneriye yer veriyor. Bunlardan bir tanesi, devlet iktidarı ve devrim tartışması bağlamında, seçimlere nasıl yaklaşılması gerektiğine dair. Hazır 24 Haziran seçimi kapıdayken, bu konuda Wallerstein’in sözlerine bir göz atalım:

Defansif seçim taktikleri kullanalım. Eğer dünya solu gevşek yapılı, parlamento dışı militan taktiklere girişecekse, bu derhal seçim süreçlerine dair tavrımızın ne olacağı sorusunu gündeme getirir. Kaçınmamız gereken iki tehlikeli uç, hayati olduklarını düşünmek ile anlamsız olduklarını düşünmektir. Seçim zaferleri dünyayı dönüştürmeyecektir, ama ihmal de edilemezler. Dünya nüfuslarının acil ihtiyaçlarını kazanılmış haklara yönelik saldırılardan korumakta asli bir mekanizmadırlar. Dünya sağının hükümetlere hakim olmak suretiyle verebileceği zararı asgariye indirmek için seçim kavgaları verilmelidir.

Ancak bu, seçim taktiklerini tamamen pragmatik bir mesele kılar. Bir kez devlet iktidarını elde etmeyi dünyayı değiştirme yöntemi olarak düşünmeyi bıraktığımızda, seçimler her zaman kötünün iyisi meselesi haline gelirler ve kötünün iyisinin ne olduğuna dair karar da duruma ve içinde bulunulan ana göre yapılmalıdır. Bu kısmen seçim sisteminin ne olduğuna bağlıdır. Tek kazananlı bir sisteme, iki turlu veya nisbi temsile dayanan bir sistemden farklı şekilde müdahale edilmelidir. Fakat genel kılavuz kural, Latin Amerika’da frente amplio adı verilen, Fransa’daki güncel slogan olan “çoğul sol” olmalıdır. Dünya solu içinde çok çeşitli parti ve parti-altı gelenek var. Bu geleneklerin çoğu başka bir dönemden yadigar, ancak birçok kişi hala bunlara göre oy veriyor. Devlet seçimleri pragmatik bir mesele olduğuna göre, pragmatik bir anlamı olan %51’i hedefleyen, bu geleneklere saygılı ittifaklar yaratmak hayatidir. Ancak kazandığımız zaman sokaklarda dans etmek yok! Zafer sadece defansif bir taktikten ibaret.

Immanuel Wallerstein

Burada ilginç olan Wallerstein’ın seçimlere devleti ele geçirmek yoluyla dünyayı değiştirmeyi hedefleyen bir strateji perspektifinden değil, tam tersine devleti ele geçirerek dünyayı değiştirmenin mümkün olmadığını düşünen bir pespektiften yaklaşması, fakat vardığı sonucun seçimleri reddetmek veya küçümsemek olmaması. Wallerstein’in temsil ettiği yaklaşım, dünyayı değiştirme aracı olamayacağı için seçimlerin hiç bir anlamı olmadığı noktasına varmıyor. Devlet iktidarı meselesine defansif yaklaşıyor, devlet iktidarının mümkün olduğunca az başa bela olması için ne yapılması gerektiğini ortaya koyuyor: Mevcut seçim sisteminde somut uygulanabilirliği olan, seçimi kazandırabilecek pragmatik bir seçim ittifakı ve buna uygun oy verme davranışı.

Kanımca seçimler konusundaki en sağlıklı yaklaşım ana hatlarıyla budur. Tüm politik faaliyetleri bir gün bizi kurtaracak hiyerarşik bir partinin seçim kazanması hedefi için araçsallaştırmak kadar, seçimlerin hepimizin yaşantısında hiç bir fark yaratmadığını düşünerek seçimlere yönelik müzmin bir ilgisizlik içinde bulunmak da saçma. Yapmamız gereken, tamamen soğukkanlı bir rasyonalite içinde mevcut güçler dengesini ve seçim sistemini göz önünde tutarak en pragmatik sonucu almaya yönelik hareket etmek.

24 Haziran’a böyle bir gözle bakınca aklın yolu da bir oluyor. Birincil ve asli hedef, neredeyse tüm iktidarı tek elde toplamış olan ve daha da toplamak isteyen Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini, ve Erdoğan’ın meclisteki suretinden başka bir şey olmayan AKP ve MHP’nin, yani Cumhur İttifakı’nın hükümet olmasını engellemek olmalı. Bu amaç çerçevesinde, mevcut seçim sistemi dikkate alındığında en geniş anlamıyla sol için yapılması gerekenler belli:

1. En soldaki parti olduğu ve barajı geçemediği taktirde HDP’nin milletvekili çıkaracağı bölgelerden AKP çok sayıda milletvekili çıkaracağı için meclis seçiminde HDP’nin %10 barajını geçmesini sağlamak yani HDP’ye oy vermek. Herkes bunun için ajitasyon yapmalıdır.

2. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda oyları en soldaki aday olduğu ve haksız yere hapiste tutulduğu için Demirtaş ile, İnce’nin Erdoğan’ın arkasından 2. sırada gelmesini garantilemek için İnce arasında paylaştırmak (ikinciliği Akşener’e kaptırmamak). Bu durum zaten sol seçmen içinde politik olarak mevcut seçenekler içinde HDP’ye yakın olanlar ile CHP’ye yakın olanlar arasında kendiliğinden oluşacaktır, yani bu konuda iki adaydan birine işaret eden bir çalışma yapmaya gerek yoktur, hatta yapılmamalıdır. Genel bir Erdoğan karşıtı, “TAMAM” sloganındakine benzer vurgu uygun olacaktır.

3. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasını ummak ve ikinci turda Erdoğan’ın karşısındaki adaya yani çok büyük ihtimalle İnce’ye oy vermek. Herkes bu konuda tavizsiz bir kararlılıkta olmalıdır.

En iyi muhtemel senaryonun gerçekleştiği yani İnce’nin Cumhurbaşkanı olduğu ve Millet İttifakı ile HDP’nin hükümet kurduğu senaryo büyük bir zafer olur ama bu nihai bir zafer değil ancak “bu daha başlangıç” diyebileceğimiz bir başlangıç noktası olarak görülebilir. En kötü malum senaryo ise, esasen mevcut statükonun geçici psikolojik bir tazelenme ile sürmesi anlamına gelecektir, umutlarımızın tükenmesi anlamına değil.